1- Sayın Çarboğa , dergimize söyleşi vermeyi kabul ettiğiniz
için teşekkür etmek isterim.
Çok yönlü edebiyatçı kimliğiniz sohbeti zorlaştıracaktır ihtimal,
sizi ve edebiyatınızı merak eden okuyucularımıza yaşamınız ve edebiyat
serüveniniz ile ilgili ne söylemek istersiniz öncelikle?
Merhabalar, ilginiz için
ben teşekkür ediyorum. 1974 Dörtyol doğumluyum( Aslen Adanalıyım). Edebiyat
öğretmeniyim. Evliyim, iki çocuk babasıyım. Her şeyden önce kendimi iyi bir
okuyucu olarak nitelendiririm. Çocukluğum bahçelerin, ağaçların, kuşların ve
kitapların hikayesidir. Yalnızlığı kitaplarla dolduran bir çocuktum. Kitap
okuma sürecim zamanla yazıya evrildi. Edebiyatın çeşitli türlerinde birçok
ödüle değer bulundum. 2003 tarihli Güne Dönen Rüya adlı bir şiir kitabım var.
Yazma ve okuma sürecim devam ediyor. Edebiyatın her alanında ürün vermeye
çalışıyorum.
2-Sanatçı eserlerini, hem ortaya koyduğu hem de gizlediği, söylemeye
çekindiği, kaçamak davrandığı, ortadan kaybolduğu haliyle oluşturur
denir. Sizin eserlerinizde öyle bir açma -gizleme oranı var mıdır?
Yazarın dili, dil içinden
kotarılmış yeni bir dildir. Ben hayatla uzlaşmak için kendimce bir dil
geliştirdim ve eserlerimde kendimi anlatıyorum aslında. Bireyden yola çıkarak
hayatı ve hayatıma değenleri anlatıyorum. İnsanlığın büyük ve kadim serüveninin
meddahıyım bir anlamda. Kaybedişin türküsüdür anlattıklarım. İnsan kaybetmeye
mahkumdur çünkü. Yazdıklarım, açmak ya da gizlemek ikileminden ziyade hayatın
ta kendisidir.
3- Başta şiir, öykü, deneme, anı, mektup, makale, tiyatro
metni olmak üzere edebiyatın her alanında ürün oluşturmuş bir edebiyatçısınız.
Edebiyatımızın en üretken yazarlardan biri Yaşar Kemal, onca eseri üzerine
"Ben aslında tek bir roman yazdım" demiştir. Şiirlerinizde
anlatmak istediklerinizin toplamı olarak ben aslında tek bir şiir yazdım
diyebilir misiniz?
Şarkının türü değişiyor
sadece. Aynı ezgiyi ilmekliyoruz. İnsanlığın kadim serüvenini yazıyorum ben.
Şiirlerimde de diğer türlerde de ortak temaların izini sürüyorum. Aynı
pencereden söylediğim farklı şarkılar bunlar, fakat her şeyden önce kendimi bir
şair olarak nitelendiririm. Düzyazılarım da şiire kardeş metinler.
4- Italo Calvino, Amerika Dersleri kitabında Gelecek Bin Yıla Altı
Öneride bulunur. Önerilerinden biri olan KESİNLİK bölümünde; " Güçlü
iletişim araçlarının tek yaptığı dünyayı imgelere dönüştürmek ve bir aynalar
oyununun yarattığı düşsel görüntüler aracılığıyla dünyayı çoğaltmak. Kitle iletişim
araçlarının yarattığı bu imgelerin çoğu, her imgenin temel niteliğini belirlemesi gereken içsel zorunluluktan yoksun; hem biçim
hem anlam olarak. Bu imgeler bulutunun büyük bir kısmı iz bırakmayan düşler
gibi hemen dağılıp yok oluyor; ama bir yabancılaşma ve rahatsızlık duygusu yok
olmuyor." der dilin kullanım kusurlarına dikkat çekerek…
Sayın Çarboğa dilin, gerek günlük gerekse kültür alanındaki
kullanımı ile ilgili rahatsızlığınızı da bildiğimden şunu sormak isterim; günümüz
şiiri veya öyküsü bu hızlı, dağınık imgeler aynasının kırılan parçalarını
toparlar nitelikte mi? Murathan Çarboğa şiir ve öyküsünde somutlaşan gerçekliği
sizden dinlemek isteriz.
Deforme ve kırma bir şiir
yazılıyor. 80 kuşağıyla birlikte Ankara merkezli yükselen şiir (ki yetenekli,
iyi şairlerin bir araya geldiği bir kuşaktı. Bu noktada Üç Çiçek, Poetika, Şiir
Atı gibi seviyeli dergilerin şairlerini de unutmamak gerek) İstanbul’da
arabeskleşmeye girmiştir. Seviyeyi aşağıya çeken muktedirlerin oluşturduğu kast
sistemleri kendi aralarında çevirdikleri arabesk bir şiir oluşturdular. Şiirsel
söylemi bir türlü yakalayamayan, düzyazıya benzer metinler yazıldı. Erotik ve
marjinal içerikler yeteneksiz insanların elinde arabesk bir kıvama dönüştü. Şu
anki şiirin yükünü 80 kuşağı taşıyor hala.
Plaza şiirlerinden hayır
yok. Öykü konusuna gelince, ben sonradan öyküyle ilgilenmeye başlayan bir
şairim. Kimseye haksızlık etmek istemem, ama ben hala eski öykücüleri okumayı
tercih ediyorum.
5- Sayın Çarboğa, şiir dili arkaik bir dil midir? Şair de kabile
büyücüsü müdür? İyi şiir yazan, önemsenen bir şair olarak neler söylemek
istersiniz?
Şiir, dini ritüellerde
doğmuştur. Bilinir bu. Pagan geleneklerin, şamanların büyülü dilidir şiir.
Şiirin büyülü söylemiyle ötegerçekliğin bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum. İyi
bir şiiri okumaya başlar başlamaz başka bir iklime girer ruhunuz. Şiirsel
söylemin gücüdür bu. Bu şiirsel söylem insanlığın on binlerce yıllık
serüveninden damıtılmış bir özdür. Değerlidir. İnsanlığımıza, iyiye, güzele açılan
kapıdır. Şiir arkaik ve özel bir dildir.
6- Söyleşimize yine şiir sorularıyla devam edelim; sizin
şiirlerinize baktığımızda Halk Edebiyatı ve yoğunlaştırılmış İkinci Yeni
şiir geleneklerinin söylemi ile karşılaşıyoruz. Sıklıkla metinler arası
göndermeler ile birlikte yine sıklıkla sizi düşünce dünyaları ile etkilemiş
yazar - şair adlarıyla karşılaşıyoruz, hatta öykülerinizin kurgusuna kardığınız
bu anlamda motifler de var. Örneğin, en beğendiğim öykülerinizden "İshak
Kuşunun Çağırdığı Çocuk" öyküsünde Kafka ile karşılaşıyoruz. Ürünlerinizi
bu mesnede yaslamanızın vazgeçilmez gerekliliğinin sizdeki anlam
karşılığını bizimle paylaşır mısınız?
Öykülerime ve şiirlerime
sevdiğim şairlerden alıntılara başlarım. Duygu dünyamı oluşturan ustalara
saygım gereğidir bu. Özellikle son dönem şiirlerimde Halk Şiiri ve Divan
geleneğini kullanmaya çalışıyorum. İkinci Yeni’ye kendimi şiirsel iklim olarak
(en azından şiirimden ziyade zihnimdeki iklim) pek yakın bulmam, fakat dışardan
bakıldığında ortak noktalar görülüyor demek ki. Kafka’ya gelince. Bu öykü
otobiyografik bir öyküydü. Hakikaten o karakter Kafka’ya çok benziyordu.
7- Murathan Mungan, temel ontolojisini kaybetmiş bireyler olarak
yazıyoruz, der bir söyleşisinde. Ve Italo Calvino gibi, samimiyeti yakalama
konusunda yazarı, şairi ilk hatıraya inmeye çağırır. Sizin öykülerinizin,
şiirlerinizin hangi kayıplar eseri olduğunun çerçevesini çizebilir
misiniz? Ve çocukluğunuzun bu eserlerdeki yeri ile ilgili ne söylemek
istersiniz?
Ben, bahçelerin sonsuzluğunda
hayaller kuran ve kainatı dinleyen çocuğum hala. Hala saplanıp kaldığım
yerdeyim. Zamanın acımasızlığını sezmiş bir çocuk var orada. İnsanın mağlup
serüvenini dehşetle fark etmiş bir çocuk. Onun düşlerini, acılarını, umutlarını
yazıyorum. Yazdıklarıma kaybedişin türküsü dememin nedeni bu. Kaybediş çocuğun
dünyasında başlıyor. Kederi, acıyı, gerçeğin katılığını, ömrün bir kelebek
hükmünde oluşunu dehşet içinde fark ediyor çocuk. Yazarlar bir yönüyle
büyümemiş çocuklardır.
8- Okumak istediklerini mi yazıyordur aslında şair ve yazar? Kendi
kendinin rehberi, nasıl hissettiğinin çevirmeni midir? Yine Murathan Mungan’ın
söyleşilerinde karşılaştığım söylemler bunlar.
İnsan bir yönüyle kendini
bulduğu metinleri daha çok sever. Yazarın en sadık okuyucusu yine kendisidir. Yazdıklarınızı
beğenmiyorsanız başka insanlara haksızlık yapma hakkınız yoktur. Bu nedenle
piyasaya çıkarmazsınız yazdıklarınızı. Yazıklarımızın sadık okuyucusu olarak
okumak istediklerimizi yazıyoruz elbette. Kendimizden bir koza örmeye
çalışıyoruz hayata.
9- Şahsına münhasır en son şiir 80’ler şiiridir,
diye bir söylem ve eleştiri var günümüz edebiyatımızda; yanılmıyorsam
genel bir kanaattir bu. Günümüz şiirine yönelik eleştiriler ise; kopuk
düşüncelerin kopuk imgelerle yazıldığı yönünde. Yoğun imgeli, imgesi demli bir
şair olarak düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Daha önceki sorularda
ifade etmiştim düşüncelerimi. 80 kuşağı aşılamadı hala. Yetenekli şairlerin
kotardığı bir şiir 80 şiiri. Hala onlar zirve. Gerisi arabesk, deforme, kırma,
marjinal özentisi şiirler. Daha doğrusu şiirimsiler. Marjinalite, dengesiz
erotizm, plaza duyarlığı… Şiir geri plana çekildi. Günümüz şairini var eden
başka değerler var. Şiirden çok şairin görselliği ön planda. Yeteneğin
boşalttığı alanı şekil, şemal ile doldurmaya çalışıyor plaza şairleri. Kendini
şair diye nitelendiren performans sanatçılarıyla karşı karşıyayız.
10- Son dönem ülkemizdeki edebiyat ödüllerinin birçoğuna değer
bulunan bir yazın ustası olarak, ödüllerin sanatçıya yüklediği sorumluluk bağlamında
günümüz şiirine getirilen, sığ şiir, benzer şiir veyahut şiir dili açısından
kendi olamama sorunlarında Murathan Çarboğa imzasının sizdeki anlamını ve
sırtladığınız yükümlülüğü öğrenmek isterim, 2000’li yılların
başından beri yazılarınızı ilgiyle takip eden biri olarak...
Ödüller insanı onore eden
oluşumlar. Takdir ediliyorsunuz ve emeklerinizin boşa gitmediğini anlıyorsunuz.
Hep tartışılagelmiştir ödül kurumu. Sağlam, bu işi hakkıyla yapan geleneksel
ödüller olduğu gibi tarafsızlığını yitirmiş, ticari ya da siyasi oluşumlar da
var. Kast sistemlerinin kendi arasında dönderdiği ödüller de var üstelik. Benim
şahsi serüvenime takdir anlamında güzel katkılardır ödüller, fakat ödüller
birebir ölçüt değildir. Bunun da farkındayım.
11- "Yaşamın cilvelerine karşı sanatçının
cevap cilveleridir" diyebilir miyiz sanat üretimlerine? Öyle ise en
çarpıcı cilveniz ne olsun isterdiniz?
Benden sonrasına bir tane
bile olsa kült bir şiir kalmasını isterim. Bir şiir bile insanı ölümsüz
yapabilir. Tıpkı Olvido gibi.
12- Milan Kundera, "Roman, okuyucuya tek bir şey söyler
nihayetinde, durumlar sizin bildiğinizden daha karışık" der. Bu sözün
bendeki anlam açılımı bana çok iyi gelmişti. Böyleyken şiir ve öykü okuyucuya
"Duygular sizin duyumsadığınızdan daha karışık daha duyulasıdır." der
mi?
Yazdıklarım zihnimdeki iklimi; o garip, o çok boyutlu ve
çoksesli dünyayı tam olarak yansıtamıyor. Kurgusal renkler, görüntüler
çizgiler, kokular, duygular yarım kalıyor hep. Birçok sanatçıda da böyledir
sanırım. İnsanın zihninde dönen dünya sonsuz ve uçsuz bir alan. Gerçekliğin
katı çizgilerinden daha esnek ve karmaşık bir yapı var orada. Gerçekten işler
daha karışık. Şiir bu yumağı çözmeye çalışıyor belki de.
13- "söz", "ayna", "yas”,
"vitrin", "maya", "slogan", "sanal"
kavramlarını günümüz şiiri açısından size göre ve şiirinizin ana damarını da
ele verecek bir perspektifle ifade edecek olursanız?
Kendi adıma vitrin ve
slogan kavramlarıyla bir alakam olamaz. Ezeli bir yasın mahkumudur insan. Şiir
bu damardan da yürür. Söz, ayna ve maya ise şiirin ve gerçekliğin karşıtlığında
birbirine yansıyan kavramlar.
14- "Güne Dönen Rüya" tek şiir kitabınız; çok sayıda
önemli edebiyat ödüllerin sahibi olmanıza rağmen eserlerinizi kitaplaştırmada
aceleci davranmadığınızı biliyoruz. Yayınevlerinin nitelikli ürün tercih ve
tutumunu çelişkili buluyor musunuz? Eserlerinizi ödüle değer gören birçok
yayınevi sahibi de var üstelik.
Şimdiki manzarada kitap
yayımlamanın bir anlamı kalmadı. Egomu tatmin etmek için suya yazı yazamam.
Büyük yayınevleri ve dergiler belli grupların tekelinde. Başyapıt ortaya koysak
bile nafile. Bu yönde bir çabamda yok. Nitelik geri planda artık. Her zaman söylemişimdir.
Gelişmemiş toplumlarda yeteneksizlerin saltanatı sürer. Her alanda böyledir.
Ortalık butik yayınevlerinden geçilmiyor. Parayla kitap yayımlatıyor insanlar.
Mecburlar buna, yadırgamıyorum. Ben bu tuzağa düşmek niyetinde değilim.
Yayınevinin vereceği iki koli kitabı yerel imza günlerinde tüketmeye çalışmak
bana göre değil. Günü kurtarmak niyetinde değilim. Geleceğe şipşak yayımlanmış
kitaplar değil, kült eserler kalır. Üstelik internet ortamı da bir alternatif
alan artık.
15- "Kumdan parmaklarla", "mağlup maceralarla"
geleceği kurmada sanat ve özellikle şiir bir umut mudur sizce ?
Şiir acılara,
haksızlıklara, yıkımlara çare olmuyor. Bu nedenle şairin egosu boş ve
gereksizdir. Yazılan çalakalem şiirler çare olmuyor açlığa. Toplum için bir
inşaat işçisinden daha faydalı değil şair. Dünyayı değiştirecek hikmetli sözler
etmiyoruz. Geleceği şekillendirecek küçük bir çocuğun elinden tutarsa bir dize,
belki daha güzel bir dünya olur ilerde. Kim bilir? Bir umut diyelim. Mağlup
maceramız devam ediyor.
16- Bir söyleşinizde; "Benim de Kafka gibi, ileriki zamanlarda
eserlerimi gün yüzüne çıkaracak bir arkadaşım çıkar belki ." diyorsunuz.
Bu söyleminizi bir sitem, bir yerlere gönderme olarak okuyabilir miyiz? Yoksa
bundan bir sandıkta tuttuğunuz eserlerinizin var olduğu gerçeği mi ortaya
çıkıyor? Günümüz koşullarına göre sizin de edebiyat dünyasındaki varlığınızı
göz önüne getirdiğimde bana biraz ironi gibi geldiğini belirtmeliyim.
Evet, ironiydi. Şair tek
başına var eder kendini. Ben kitapları ve kütüphaneleri kendim keşfettim. Nasıl
yazman gerektiğini de kendim öğrendim. Ne bir ustam oldu ne de mucizevi bir
atölyede yetiştim. Şairin kimseye ihtiyacı yoktur. Ölümsüzlük cengi
acımasızdır. Rakipleriniz zamana gömülmeniz için her şeyi yapar. Bir değeri
varsa eğer er ya da geç okur yüceltir yazarı. İyi yazarın Max Brod’u
okuyucularıdır.
17- Yıllar önce kaleme aldığınız bir roman dosyanız var. Okuma
şansım olmuştu. Günümüz realitesi ve siyasi psiko-dinamikleri açısından ilgi
ile karşılanabilecek bir proje bana soracak olursanız. Roman türü ile ilgili
tutum ve planlamalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Kendi yazdıklarıma karşı
acımasız bir eleştirmenim. Doğrudur, 2005 yılında bir roman yazma denemem
olmuştu, fakat metin tam anlamıyla içime sinmemişti. Geçenlerde yeniden okudum
metni ve biraz kısaltıp düzeltmeler yaptım. Günümüz romanlarından bir eksiği
yok diye düşünüyorum. Belki gün yüzüne çıkar. Neden olmasın? Şimdilik yeni bir
roman yazma planım yok, fakat zaman ne dayatır bilemem. Sabırsız oluşum ve çok
hızlı yazmam bir handikap benim için.
18 - Sayın Çarboğa, şiirde,
öyküde yetkinliğiniz tartışılamaz. Bu iki türü yaratıcısının içe dönük uzun bir
soluk; romanı ise dışa doğru çok uzun bir soluk olarak nitelendirirsek, burada
Borges’in roman konusundaki düşünce ve tutumunu sizin tutumunuza benzettiğimin
altını çizmek isterim, bu konuda neler paylaşmak istersiniz? En sevdiğiniz romanı
bizimle paylaşır mısınız?
Bir okuyucu olarak en
sevdiği türler öykü ve şiir. İç dünyasında daha fazla zaman geçiren biri olarak
öykü ve şiir daha tanıdık geliyor ruh iklimime. Romanda daha seçiciyim. Her
şeyden önce üst bir dil barındırmalı roman. Hayatımda iz bırakmış yüzlerce
roman var, fakat Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti beğeni dünyama en fazla
nüfuz eden roman.
19 - Günümüzde, var olan ürünlerin niteliği üzerinden değil de
kişi, kimlik ve tutumlar üzerinden yürütülen tartışmalara eleştiri veyahut
kalem kavgası diyebilir miyiz ?
Edebi karmaşa ve
cilalanmış güncel yanılsamalar her dönemde nitelikli yazarın karşısına çıkmıştır.
Tartışmalar, kaprisler, gruplaşmalar, al gülüm ver gülüm ilişkileri, yakışıksız
eleştiriler, karalamalar hep ölümsüzlük sevdasının tezahürleri. Yeteneğin
yetmediği noktada kompleksler giriyor devreye. Zamanında Tanpınar’ı bile
görmezden gelen bir zihniyet bu. Şu anda, üstadı yok saymaya çalışanların
esamesi bile okunmuyor. Zaman her şeyin çaresi. Bu noktada şöyle bir temennide
bulunabilirim: Umarım yeteneksiz muktedirler larvalarını müridlerine devredip
geleceğin seviyesini de aşağı çekmezler. Örneği yaşanmıştır. Köşe başlarını
zapt eden bir muktedir çevresinde seviyeyi aşağı çeken bir kast sistemi
yaratmıştı.
20 - Son olarak sayın Çarboğa, Antakya’da üretilen şiir, öykü,
roman ve sanat edebiyat ortamları ile ilgili neler paylaşmak istersiniz ?
Antakya küçük bir şehir
olmasına rağmen sanatsal ve kültürel anlamda yetkin bir kapasiteye sahip.
Antakya’dan hareketle taşralılar olarak kendi değerimizin farkında değiliz. Yıllardır
yeteneksiz bir güruh, butik ve yandaş (siyasi anlamda kullanmıyorum)
yayınevlerinden çıkardıkları kitaplarını taşraya ihraç etti. Taşra heveslileri bu
insanları hak etmedikleri yerlere yükselttiler. Arabesk şiirin ve geçmişin
gerisinde kalan hikayelerin, romanların pohpohlayıcısı oldular maalesef. Büyük
şehirlerden gelen her arkadaşa büyük yazar muamelesi yapmak taşranın handikapıdır.
Seçici olmak gerek. Antakya’ya önemli şairler ve yazarlar yetiştirecektir.
İnanıyorum buna.
Bize zaman ayırıp bizimle söyleştiğiniz için çok çok
teşekkürler...
Ben teşekkür ediyorum.
MÜLAKAT SORULARI: SELAMET
BAĞCI
AMANOS EDEBİYAT
DERGİSİ-YIL 3-SAYI 12
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder