28 Tem 2018

KAYBEDİŞİN TÜRKÜSÜ


                                                        

1- Sayın Çarboğa , dergimize söyleşi vermeyi kabul ettiğiniz için  teşekkür etmek isterim.
Çok yönlü edebiyatçı kimliğiniz sohbeti zorlaştıracaktır ihtimal, sizi ve edebiyatınızı merak eden okuyucularımıza yaşamınız ve edebiyat serüveniniz ile ilgili ne söylemek istersiniz öncelikle?
Merhabalar, ilginiz için ben teşekkür ediyorum. 1974 Dörtyol doğumluyum( Aslen Adanalıyım). Edebiyat öğretmeniyim. Evliyim, iki çocuk babasıyım. Her şeyden önce kendimi iyi bir okuyucu olarak nitelendiririm. Çocukluğum bahçelerin, ağaçların, kuşların ve kitapların hikayesidir. Yalnızlığı kitaplarla dolduran bir çocuktum. Kitap okuma sürecim zamanla yazıya evrildi. Edebiyatın çeşitli türlerinde birçok ödüle değer bulundum. 2003 tarihli Güne Dönen Rüya adlı bir şiir kitabım var. Yazma ve okuma sürecim devam ediyor. Edebiyatın her alanında ürün vermeye çalışıyorum.

2-Sanatçı eserlerini, hem ortaya koyduğu hem de gizlediği, söylemeye çekindiği, kaçamak davrandığı, ortadan kaybolduğu haliyle oluşturur denir. Sizin eserlerinizde öyle bir açma -gizleme oranı var mıdır?
Yazarın dili, dil içinden kotarılmış yeni bir dildir. Ben hayatla uzlaşmak için kendimce bir dil geliştirdim ve eserlerimde kendimi anlatıyorum aslında. Bireyden yola çıkarak hayatı ve hayatıma değenleri anlatıyorum. İnsanlığın büyük ve kadim serüveninin meddahıyım bir anlamda. Kaybedişin türküsüdür anlattıklarım. İnsan kaybetmeye mahkumdur çünkü. Yazdıklarım, açmak ya da gizlemek ikileminden ziyade hayatın ta kendisidir.

3- Başta şiir,  öykü, deneme, anı, mektup, makale, tiyatro metni olmak üzere edebiyatın her alanında ürün oluşturmuş bir edebiyatçısınız. Edebiyatımızın en üretken yazarlardan biri Yaşar Kemal, onca eseri üzerine "Ben aslında tek bir roman yazdım" demiştir. Şiirlerinizde anlatmak istediklerinizin toplamı olarak ben aslında tek bir şiir yazdım diyebilir misiniz? 
Şarkının türü değişiyor sadece. Aynı ezgiyi ilmekliyoruz. İnsanlığın kadim serüvenini yazıyorum ben. Şiirlerimde de diğer türlerde de ortak temaların izini sürüyorum. Aynı pencereden söylediğim farklı şarkılar bunlar, fakat her şeyden önce kendimi bir şair olarak nitelendiririm. Düzyazılarım da şiire kardeş metinler.

4- Italo Calvino, Amerika Dersleri kitabında Gelecek Bin Yıla Altı Öneride bulunur. Önerilerinden biri olan KESİNLİK bölümünde; " Güçlü iletişim araçlarının tek yaptığı dünyayı imgelere dönüştürmek ve bir aynalar oyununun yarattığı düşsel görüntüler aracılığıyla dünyayı çoğaltmak. Kitle iletişim araçlarının yarattığı bu imgelerin çoğu, her imgenin temel niteliğini belirlemesi gereken içsel zorunluluktan yoksun; hem biçim hem anlam olarak. Bu imgeler bulutunun büyük bir kısmı iz bırakmayan düşler gibi hemen dağılıp yok oluyor; ama bir yabancılaşma ve rahatsızlık duygusu yok olmuyor." der dilin  kullanım kusurlarına dikkat çekerek…
Sayın Çarboğa dilin,  gerek günlük gerekse kültür alanındaki kullanımı ile ilgili rahatsızlığınızı da bildiğimden şunu sormak isterim; günümüz şiiri veya öyküsü bu hızlı, dağınık imgeler aynasının kırılan parçalarını toparlar nitelikte mi? Murathan Çarboğa şiir ve öyküsünde somutlaşan gerçekliği sizden dinlemek isteriz.
Deforme ve kırma bir şiir yazılıyor. 80 kuşağıyla birlikte Ankara merkezli yükselen şiir (ki yetenekli, iyi şairlerin bir araya geldiği bir kuşaktı. Bu noktada Üç Çiçek, Poetika, Şiir Atı gibi seviyeli dergilerin şairlerini de unutmamak gerek) İstanbul’da arabeskleşmeye girmiştir. Seviyeyi aşağıya çeken muktedirlerin oluşturduğu kast sistemleri kendi aralarında çevirdikleri arabesk bir şiir oluşturdular. Şiirsel söylemi bir türlü yakalayamayan, düzyazıya benzer metinler yazıldı. Erotik ve marjinal içerikler yeteneksiz insanların elinde arabesk bir kıvama dönüştü. Şu anki şiirin yükünü 80 kuşağı taşıyor hala.
Plaza şiirlerinden hayır yok. Öykü konusuna gelince, ben sonradan öyküyle ilgilenmeye başlayan bir şairim. Kimseye haksızlık etmek istemem, ama ben hala eski öykücüleri okumayı tercih ediyorum.

5- Sayın Çarboğa, şiir dili arkaik bir dil midir? Şair de kabile büyücüsü müdür? İyi şiir yazan, önemsenen bir şair olarak neler söylemek istersiniz?
Şiir, dini ritüellerde doğmuştur. Bilinir bu. Pagan geleneklerin, şamanların büyülü dilidir şiir. Şiirin büyülü söylemiyle ötegerçekliğin bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum. İyi bir şiiri okumaya başlar başlamaz başka bir iklime girer ruhunuz. Şiirsel söylemin gücüdür bu. Bu şiirsel söylem insanlığın on binlerce yıllık serüveninden damıtılmış bir özdür. Değerlidir. İnsanlığımıza, iyiye, güzele açılan kapıdır. Şiir arkaik ve özel bir dildir.

6- Söyleşimize yine şiir sorularıyla devam edelim; sizin şiirlerinize baktığımızda Halk Edebiyatı  ve yoğunlaştırılmış İkinci Yeni şiir geleneklerinin söylemi ile karşılaşıyoruz.  Sıklıkla metinler arası göndermeler ile birlikte yine sıklıkla sizi düşünce dünyaları ile etkilemiş yazar - şair adlarıyla karşılaşıyoruz, hatta öykülerinizin kurgusuna kardığınız bu anlamda motifler de var. Örneğin, en beğendiğim öykülerinizden "İshak Kuşunun Çağırdığı Çocuk" öyküsünde Kafka ile karşılaşıyoruz. Ürünlerinizi bu  mesnede yaslamanızın vazgeçilmez gerekliliğinin  sizdeki anlam karşılığını bizimle paylaşır mısınız? 
Öykülerime ve şiirlerime sevdiğim şairlerden alıntılara başlarım. Duygu dünyamı oluşturan ustalara saygım gereğidir bu. Özellikle son dönem şiirlerimde Halk Şiiri ve Divan geleneğini kullanmaya çalışıyorum. İkinci Yeni’ye kendimi şiirsel iklim olarak (en azından şiirimden ziyade zihnimdeki iklim) pek yakın bulmam, fakat dışardan bakıldığında ortak noktalar görülüyor demek ki. Kafka’ya gelince. Bu öykü otobiyografik bir öyküydü. Hakikaten o karakter Kafka’ya çok benziyordu.

7- Murathan Mungan, temel ontolojisini kaybetmiş bireyler olarak yazıyoruz, der bir söyleşisinde. Ve Italo Calvino gibi, samimiyeti yakalama konusunda yazarı, şairi ilk hatıraya inmeye çağırır. Sizin öykülerinizin, şiirlerinizin  hangi kayıplar eseri olduğunun çerçevesini çizebilir misiniz? Ve çocukluğunuzun bu eserlerdeki yeri ile ilgili ne söylemek istersiniz? 
Ben, bahçelerin sonsuzluğunda hayaller kuran ve kainatı dinleyen çocuğum hala. Hala saplanıp kaldığım yerdeyim. Zamanın acımasızlığını sezmiş bir çocuk var orada. İnsanın mağlup serüvenini dehşetle fark etmiş bir çocuk. Onun düşlerini, acılarını, umutlarını yazıyorum. Yazdıklarıma kaybedişin türküsü dememin nedeni bu. Kaybediş çocuğun dünyasında başlıyor. Kederi, acıyı, gerçeğin katılığını, ömrün bir kelebek hükmünde oluşunu dehşet içinde fark ediyor çocuk. Yazarlar bir yönüyle büyümemiş çocuklardır.


8- Okumak istediklerini mi yazıyordur aslında şair ve yazar? Kendi kendinin rehberi, nasıl hissettiğinin çevirmeni midir? Yine Murathan Mungan’ın söyleşilerinde karşılaştığım söylemler bunlar.
İnsan bir yönüyle kendini bulduğu metinleri daha çok sever. Yazarın en sadık okuyucusu yine kendisidir. Yazdıklarınızı beğenmiyorsanız başka insanlara haksızlık yapma hakkınız yoktur. Bu nedenle piyasaya çıkarmazsınız yazdıklarınızı. Yazıklarımızın sadık okuyucusu olarak okumak istediklerimizi yazıyoruz elbette. Kendimizden bir koza örmeye çalışıyoruz hayata.

9- Şahsına münhasır  en son şiir  80’ler şiiridir,  diye bir söylem ve eleştiri var günümüz edebiyatımızda; yanılmıyorsam genel bir kanaattir bu. Günümüz şiirine yönelik eleştiriler ise; kopuk düşüncelerin kopuk imgelerle yazıldığı yönünde. Yoğun imgeli, imgesi demli bir şair olarak düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Daha önceki sorularda ifade etmiştim düşüncelerimi. 80 kuşağı aşılamadı hala. Yetenekli şairlerin kotardığı bir şiir 80 şiiri. Hala onlar zirve. Gerisi arabesk, deforme, kırma, marjinal özentisi şiirler. Daha doğrusu şiirimsiler. Marjinalite, dengesiz erotizm, plaza duyarlığı… Şiir geri plana çekildi. Günümüz şairini var eden başka değerler var. Şiirden çok şairin görselliği ön planda. Yeteneğin boşalttığı alanı şekil, şemal ile doldurmaya çalışıyor plaza şairleri. Kendini şair diye nitelendiren performans sanatçılarıyla karşı karşıyayız.

10- Son dönem ülkemizdeki edebiyat ödüllerinin birçoğuna değer bulunan bir yazın ustası olarak, ödüllerin sanatçıya yüklediği sorumluluk bağlamında günümüz şiirine getirilen, sığ şiir, benzer şiir veyahut şiir dili açısından kendi olamama sorunlarında Murathan Çarboğa imzasının sizdeki anlamını ve sırtladığınız yükümlülüğü öğrenmek isterim,  2000’li yılların başından beri yazılarınızı ilgiyle takip eden biri olarak...
Ödüller insanı onore eden oluşumlar. Takdir ediliyorsunuz ve emeklerinizin boşa gitmediğini anlıyorsunuz. Hep tartışılagelmiştir ödül kurumu. Sağlam, bu işi hakkıyla yapan geleneksel ödüller olduğu gibi tarafsızlığını yitirmiş, ticari ya da siyasi oluşumlar da var. Kast sistemlerinin kendi arasında dönderdiği ödüller de var üstelik. Benim şahsi serüvenime takdir anlamında güzel katkılardır ödüller, fakat ödüller birebir ölçüt değildir. Bunun da farkındayım.

11- "Yaşamın cilvelerine karşı sanatçının cevap cilveleridir" diyebilir miyiz sanat üretimlerine? Öyle ise en çarpıcı cilveniz ne olsun isterdiniz?
Benden sonrasına bir tane bile olsa kült bir şiir kalmasını isterim. Bir şiir bile insanı ölümsüz yapabilir. Tıpkı Olvido gibi.

12- Milan Kundera, "Roman, okuyucuya tek bir şey söyler nihayetinde, durumlar sizin bildiğinizden daha karışık" der. Bu sözün bendeki anlam açılımı bana çok iyi gelmişti. Böyleyken şiir ve öykü okuyucuya "Duygular sizin duyumsadığınızdan daha karışık daha duyulasıdır." der mi?
Yazdıklarım zihnimdeki iklimi; o garip, o çok boyutlu ve çoksesli dünyayı tam olarak yansıtamıyor. Kurgusal renkler, görüntüler çizgiler, kokular, duygular yarım kalıyor hep. Birçok sanatçıda da böyledir sanırım. İnsanın zihninde dönen dünya sonsuz ve uçsuz bir alan. Gerçekliğin katı çizgilerinden daha esnek ve karmaşık bir yapı var orada. Gerçekten işler daha karışık. Şiir bu yumağı çözmeye çalışıyor belki de.
13- "söz", "ayna", "yas”, "vitrin", "maya", "slogan", "sanal" kavramlarını günümüz şiiri açısından size göre ve şiirinizin ana damarını da ele verecek bir perspektifle ifade edecek olursanız?
Kendi adıma vitrin ve slogan kavramlarıyla bir alakam olamaz. Ezeli bir yasın mahkumudur insan. Şiir bu damardan da yürür. Söz, ayna ve maya ise şiirin ve gerçekliğin karşıtlığında birbirine yansıyan kavramlar.

14- "Güne Dönen Rüya" tek şiir kitabınız; çok sayıda önemli edebiyat ödüllerin sahibi olmanıza rağmen eserlerinizi kitaplaştırmada aceleci davranmadığınızı biliyoruz. Yayınevlerinin nitelikli ürün tercih ve tutumunu çelişkili buluyor musunuz? Eserlerinizi ödüle değer gören birçok yayınevi sahibi de var üstelik.
Şimdiki manzarada kitap yayımlamanın bir anlamı kalmadı. Egomu tatmin etmek için suya yazı yazamam. Büyük yayınevleri ve dergiler belli grupların tekelinde. Başyapıt ortaya koysak bile nafile. Bu yönde bir çabamda yok. Nitelik geri planda artık. Her zaman söylemişimdir. Gelişmemiş toplumlarda yeteneksizlerin saltanatı sürer. Her alanda böyledir. Ortalık butik yayınevlerinden geçilmiyor. Parayla kitap yayımlatıyor insanlar. Mecburlar buna, yadırgamıyorum. Ben bu tuzağa düşmek niyetinde değilim. Yayınevinin vereceği iki koli kitabı yerel imza günlerinde tüketmeye çalışmak bana göre değil. Günü kurtarmak niyetinde değilim. Geleceğe şipşak yayımlanmış kitaplar değil, kült eserler kalır. Üstelik internet ortamı da bir alternatif alan artık.


15- "Kumdan parmaklarla", "mağlup maceralarla" geleceği kurmada sanat ve özellikle şiir bir umut mudur sizce ?
Şiir acılara, haksızlıklara, yıkımlara çare olmuyor. Bu nedenle şairin egosu boş ve gereksizdir. Yazılan çalakalem şiirler çare olmuyor açlığa. Toplum için bir inşaat işçisinden daha faydalı değil şair. Dünyayı değiştirecek hikmetli sözler etmiyoruz. Geleceği şekillendirecek küçük bir çocuğun elinden tutarsa bir dize, belki daha güzel bir dünya olur ilerde. Kim bilir? Bir umut diyelim. Mağlup maceramız devam ediyor.

16- Bir söyleşinizde; "Benim de Kafka gibi, ileriki zamanlarda eserlerimi gün yüzüne çıkaracak bir arkadaşım çıkar belki ." diyorsunuz. Bu söyleminizi bir sitem, bir yerlere gönderme olarak okuyabilir miyiz? Yoksa bundan bir sandıkta tuttuğunuz eserlerinizin var olduğu gerçeği mi ortaya çıkıyor? Günümüz koşullarına göre sizin de edebiyat dünyasındaki varlığınızı göz önüne getirdiğimde bana biraz ironi gibi geldiğini belirtmeliyim.
Evet, ironiydi. Şair tek başına var eder kendini. Ben kitapları ve kütüphaneleri kendim keşfettim. Nasıl yazman gerektiğini de kendim öğrendim. Ne bir ustam oldu ne de mucizevi bir atölyede yetiştim. Şairin kimseye ihtiyacı yoktur. Ölümsüzlük cengi acımasızdır. Rakipleriniz zamana gömülmeniz için her şeyi yapar. Bir değeri varsa eğer er ya da geç okur yüceltir yazarı. İyi yazarın Max Brod’u okuyucularıdır.





17- Yıllar önce kaleme aldığınız bir roman dosyanız var. Okuma şansım olmuştu. Günümüz realitesi ve siyasi psiko-dinamikleri açısından ilgi ile karşılanabilecek bir proje bana soracak olursanız. Roman türü ile ilgili tutum ve planlamalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Kendi yazdıklarıma karşı acımasız bir eleştirmenim. Doğrudur, 2005 yılında bir roman yazma denemem olmuştu, fakat metin tam anlamıyla içime sinmemişti. Geçenlerde yeniden okudum metni ve biraz kısaltıp düzeltmeler yaptım. Günümüz romanlarından bir eksiği yok diye düşünüyorum. Belki gün yüzüne çıkar. Neden olmasın? Şimdilik yeni bir roman yazma planım yok, fakat zaman ne dayatır bilemem. Sabırsız oluşum ve çok hızlı yazmam bir handikap benim için.

18 - Sayın Çarboğa,  şiirde, öyküde yetkinliğiniz tartışılamaz. Bu iki türü yaratıcısının içe dönük uzun bir soluk; romanı ise dışa doğru çok uzun bir soluk olarak nitelendirirsek, burada Borges’in roman konusundaki düşünce ve tutumunu sizin tutumunuza benzettiğimin altını çizmek isterim, bu konuda neler paylaşmak istersiniz? En sevdiğiniz romanı bizimle paylaşır mısınız?
Bir okuyucu olarak en sevdiği türler öykü ve şiir. İç dünyasında daha fazla zaman geçiren biri olarak öykü ve şiir daha tanıdık geliyor ruh iklimime. Romanda daha seçiciyim. Her şeyden önce üst bir dil barındırmalı roman. Hayatımda iz bırakmış yüzlerce roman var, fakat Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti beğeni dünyama en fazla nüfuz eden roman.


19 - Günümüzde, var olan ürünlerin niteliği üzerinden değil de kişi, kimlik ve tutumlar üzerinden yürütülen tartışmalara eleştiri veyahut kalem kavgası diyebilir miyiz ?
Edebi karmaşa ve cilalanmış güncel yanılsamalar her dönemde  nitelikli yazarın karşısına çıkmıştır. Tartışmalar, kaprisler, gruplaşmalar, al gülüm ver gülüm ilişkileri, yakışıksız eleştiriler, karalamalar hep ölümsüzlük sevdasının tezahürleri. Yeteneğin yetmediği noktada kompleksler giriyor devreye. Zamanında Tanpınar’ı bile görmezden gelen bir zihniyet bu. Şu anda, üstadı yok saymaya çalışanların esamesi bile okunmuyor. Zaman her şeyin çaresi. Bu noktada şöyle bir temennide bulunabilirim: Umarım yeteneksiz muktedirler larvalarını müridlerine devredip geleceğin seviyesini de aşağı çekmezler. Örneği yaşanmıştır. Köşe başlarını zapt eden bir muktedir çevresinde seviyeyi aşağı çeken bir kast sistemi yaratmıştı.

20 - Son olarak sayın Çarboğa, Antakya’da üretilen şiir, öykü, roman ve sanat edebiyat ortamları ile ilgili neler paylaşmak istersiniz ?
Antakya küçük bir şehir olmasına rağmen sanatsal ve kültürel anlamda yetkin bir kapasiteye sahip. Antakya’dan hareketle taşralılar olarak kendi değerimizin farkında değiliz. Yıllardır yeteneksiz bir güruh, butik ve yandaş (siyasi anlamda kullanmıyorum) yayınevlerinden çıkardıkları kitaplarını taşraya ihraç etti. Taşra heveslileri bu insanları hak etmedikleri yerlere yükselttiler. Arabesk şiirin ve geçmişin gerisinde kalan hikayelerin, romanların pohpohlayıcısı oldular maalesef. Büyük şehirlerden gelen her arkadaşa büyük yazar muamelesi yapmak taşranın handikapıdır. Seçici olmak gerek. Antakya’ya önemli şairler ve yazarlar yetiştirecektir. İnanıyorum buna.

Bize zaman ayırıp bizimle söyleştiğiniz için çok çok teşekkürler...
           
            Ben teşekkür ediyorum.

MÜLAKAT SORULARI: SELAMET BAĞCI

AMANOS EDEBİYAT DERGİSİ-YIL 3-SAYI 12

Hiç yorum yok: