göğsümde
çırpınan bu yetim
heyecan,
koparılmış gülden
yayılan buğulu nefes,
düşer mi
söylemin uysal suyuna?
hangi şiir
yüklenir yıkımın tarihini?
rüzgarı özler mi
kalbimde tökezleyen küheylan?
yüzümde kabuklanan
izler ele verecek
beni,
anne bakışından
arta kalan yaralar
kuruyacak.
eşiğe çıkıp
seslenen kadınlar tanıyacak
ilkin,
genç ölülerin
üzerine kapaklanan ağıtlar…
çocuklar takılacak
peşime camdan kahkahalarla.
güvercinler konacak
suskumda ufalanan sözcüklere,
düşten yorgun
genç kızlar yakalayacak
mutsuzluğumu.
toprağa diz
vuran ezgiler eriyecek
her adımımda.
terk edilmiş
sevda dizeleri el
uzatacak kör kuyulardan.
hasretin leşiyle
yağacak üzerime küskün yağmur...
aşkın ve
huzurun sökülen ipliği
dolanacak boynuma,
bahçeleri koparacak
havalanan kuş çığlıkları.
sandık diplerine
saklanmış ilençler çıkarılacak,
suyu kurumuş
ağaçlara bağlanacak karanlık
niyetler.
sütü çekilmiş
bir halk kaçacak
ezberlenmiş korkularından.
çocuk kalbinden
bükülen gemiler bırakılacak
denize,
deccal’ın kör
gözünde yanıp sönerken
cinnet.
alna sürülen
toprak, kum dökecek
uğrun uğrun,
haram kılınacak
el ele söylenmiş onurlu
şarkılar.
bir gölgelik
canlarıyla susmayı öğrenecek
kız çocukları.
ahraz bir utançla küçülen
beden ve ruhun
isyanı…
söylenmemiş her
şiir küfrün zaferidir
kalbim,
huzuru çalınmış
kalabalığa koşsun yaralı
yılkı.
günlerin sevincini
anlat onlara, ışığın
direnişini.
suyu çağır,
çöl imgesiyle dayatılan
düşlere.
kuş cıvıltılarından ilmeklenen
urganları çöz,
kırılan bakışlarından
sar tükenmiş çocukları.
umuda çökmüş
işsizlere emeğin sabrını
anlat,
kalbiyle bekleyen
kadınlara çiçeğin rüyasını.
bereketin dönüşünü
muştula balıkçı türkülerinde.
en geriden
haykıran söylevleri yalanla,
ölümsüz şairlerden
derle barış şarkılarını.
ardından bir
tas su dökülen
kayıp gençlik
geri dönsün
yitimin dipsiz uçurumundan.
mutlu haberlerle
salınsın şeytan uçurtmaları.
sonsuz zamana
devrolan imece ve
inancın ışığı…
söylenmemiş her
şiir karanlığın yandaşıdır
kalbim.
kara çalınmış
kardeşliğe koşsun susamış
yılkı.
sabahın aşkını
anlat onlara, tazeliğin
kıvancını.
göğü çağır,
kan özlemiyle dayatılan
gerçekliğe.
beden çürür,
ruh eksilir, sözcükler
bir bir kanatlanır,
güneş doğar
yeniden elbet, hayat yeniden
aklanır.
MURATHAN ÇARBOĞA
2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder